top of page

Hep Düşündüm, Ama Hiç Yaşamadım: Fazla Düşünmenin Ruhsal Yorgunluğu

  • Yazarın fotoğrafı: nazlicantosunn
    nazlicantosunn
  • 9 May
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 18 Eyl

Fazla düşünmenin ruhsal yorgunluğu üzerine içsel bir yolculuk


Zihnim susmuyor.

Sabah henüz uyanmamışken bile konuşmaya başlamış oluyor.

O cümleleri tanıyorsun sen de:

"Ya şöyle olursa?"

"Bugün yine eksik kalacaksın."

"Unutma, hala çözülmemiş şeyler var."


Daha gözümü bile açmadan kalbim sıkışıyor bazen.

Çünkü düşüncelerim benden önce uyanıyor.

Bir şey henüz başlamadan, bitmiş gibi...

Daha gün başlamadan yorgun hissediyorum.

Sanki beynimin içinde bir televizyon açık ama kumandası bende değil.

Kapatmak istiyorum ama bir sahneyi kaçırırsam ne olur diye endişeliyim.

Ya bir şeyi atlar, ya bir yeri savunmasız bırakırsam?


Sonra anlıyorum.

Ben sadece düşünmekten yorulmamışım.

Ben fazla düşünmekten tükenmişim.

Hep tetikte, hep hazırlıklı, hep kontrol halinde yaşarken

ruhumun sesini kaybetmişim.


Bazen yalnız kalmak istiyorum.

Ama yalnız kalınca da sessizlik yok.

Zihnim hala konuşuyor.

Ve ben sadece düşünüyorum...

Yaşamayı, hissetmeyi, nefes almayı unutarak.


İçeride bir savaş var.

Zihnim güvenlik istiyor.

Ruhum ise özgürlük.

Zihin olasılıkları kontrol etmek istiyor.

Ruh ise sadece "an "da kalmak istiyor.


Ama bu gürültüde ruhun sesi kayboluyor.

Çünkü ruh bağırmaz,

o fısıldar.

Ve sen ancak yavaşladığında o sesi duyarsın.


Belki artık durmalıyım, diyorum kendi kendime.

Ama nasıl?

Zihnimi nasıl susturacağım?


Susturmak zorunda değilim.

Sadece yavaşlatabilirim.

Bir nefesle başlayabilirim.

Gerçekten, sadece bir nefesle.

Burnumdan derin bir nefes alıyorum, bir - iki saniye tutuyorum...

Sonra yavaşça bırakıyorum.

İçimdeki uğultu hemen kesilmiyor belki ama...

bir şey değişiyor.

Sanki içimde bir perde aralanıyor.


Kendime: "Şimdi ne hissediyorum?" diye soruyorum bazen.

Cevap belli olmayabiliyor.

Ama soru bir yakınlaşma.

Ve bu bile iyi geliyor.

Çünkü kendimi fark etmek, zihnimi yalnız bırakmamak gibi bir şey.


Gün içinde yapacak çok şeyim olduğunda bile,

arada kendime minik molalar veriyorum.

Sıcak bir fincanı avuçlarım arasına alarak ısısını hissetmek,

pencereden dışarı bakıp sadece gökyüzünü izlemek,

bir müziği gerçekten dinlemek...

Dikkatimi bulunduğum ana getiriyor.

Zihin gelecekte gezinirken, beden "şimdi "de kalıyor.

Ve ben bedenimi hatırladıkça, ruhum da nefes almaya başlıyor.


Bazen yazıyorum.

Düşüncelerimden kaçmadan ama onları tutmadan da...

Yargılamadan, sadece döküyorum içimi kağıda.

Ne çıkarsa...

Çünkü içimde ne kadar kelime varsa,

o kadar suskunluk var demektir.

Ve yazdıkça içim genişliyor.

Sanki zihnim dışarı akıyor da...

yerine sessizlik doluyor.


Yürüyüşe çıkıyorum bazen.

Bir yerlere varmak için değil,

Zihnimden inmek için.

Toprağa basıyorum.

Doğaya dokunuyorum.

Ağaçları fark ediyorum.

Bir yaprağın titreyişi bile huzur veriyor.

Çünkü doğada hiçbir şey acele etmiyor.
Ve yine de her şey oluyor.

İçimde her şeyin yavaşladığı o nadir anlarda,

bir şey netleşiyor:

Her düşünceye inanmam gerekmiyor.

Zihnim bana ait olabilir...

Ama ben sadece zihnim değilim.

Ve fazla düşünmek, fark edilmediği sürece

ruhumu susturuyor.


Bunu hatırlamak için her gün kendime küçük alanlar açıyorum.

Sabahları birkaç dakika sessizlik.

Gün içinde bir - iki derin nefes.

Kendime yumuşak cümleler fısıldamak:

"Şu an buradayım."

"Güvendeyim."

"Olması gereken kadar oldum bugün."


Kendimi suçlamamayı deniyorum.

Çünkü anlıyorum ki...

Fazla düşünmek, düşündüğümüz kadar bizim seçimimiz değil her zaman.

Ama fark ettiğimiz anda dönüşebiliyor.

Ve bu dönüşüm hep sessizlikle başlıyor.


Bazen başımı cama yaslıyorum ve gözlerimi

kapatıyorum.

Bir şey yapmıyorum.

Hiçbir şeyi çözmüyorum.

Sadece oradayım.

Ve o anlarda kendimi ilk defa gerçekten duyuyorum.


Bu yazıyı okuyan sen...

Eğer bir yerlerin yavaşladıysa,

bir şey içini yumuşattıysa,

bil ki ruhun konuştu seninle.


Ve belki de sen şimdiye kadar hep zihnini susturmaya çalıştın.

Ama aslında ihtiyacın olan tek şey...

ruhunun sesini biraz daha açmaktı.


Çünkü bu hayat, hep başkalarının sesine göre
yaşamaya çalışırken
kendimizin sesini kaybettiğimiz bir sessizlik oyunu
değil.

Bu hayat...

kendi iç sesini nihayet duyduğunda

"işte bu" dediğin o anların toplamı.


Ve bak, o anlardan biri şu anda olabilir.


Artık kaçmak zorunda değilsin.

Kimseyi ikna etmek, kimseye yetmek zorunda değilsin.

Zihnini bastırmadan, sadece geri çekilerek...

ruhunla yeniden tanışabilirsin.


Şimdi derin bir nefes al.

Gerçekten.

Şu anda.

Burnundan yavaşça...

ve içinden bir şeyi uğurluyormuş gibi ver nefesini.

Ve şunu fısılda kendine:

"Ben sadece düşüncelerim değilim.

Ben buradayım.

Ve nihayet kendimi duyuyorum."


İşte o an...

sessizliğin içinden gelen o ince ses

zihni değil,

ruhu seçtiğin yer.

Fazla düşünmenin ruhsal yorgunluğu

Ve hayat...

tam da orada başlıyor.



içsel sessizlik


Yorumlar


© 2025 Sessizlikle Konuşanlar. Tüm hakları saklıdır.

bottom of page